Paris'in varoşlarında doğduğunu, babasının Antiller kökenli olduğunu, Fransız yemeklerinden
hoşlanmadığını, Kevin Spacey'i çok sevdiğini ve onun kült film Olağan Şüpheliler'i defalarca izlediğini, milli takımdan arkadaşları Anelka ve Ribery, Müslamanlığı seçerken, kendisi hakkında da çıkan haberlere önce sessiz kaldığını ama sonra bir gün "İslamiyet'in kalbimde çok ayrı bir yeri var" dediğini, rap müzik sevdiğini ve kalabalıklarla arasına koyduğu kalkanın sadece bir kulaklık olduğunu, futbol kariyeri boyunca çok sevdiği NBA maçlarını izleyebilmek için uykusuz kaldığını biliyordum. Fransa Milli Takımı'nın en fazla gol atan forvetine Zinedine Zidane'ın tek bir asist bile yapamadığını hatırlattığımda kahkaha attı, "kader" dedi. Kaderin ne olduğunu iyi biliyordu. Çünkü kariyerini yeteneği kadar kaderi de belirlemişti ve profesyonel futbol dünyasında ne kadar iyi olursanız olun kaderinizi kendinizin çizemediğini bildiğiniz gibi.
Zidane için "Futbolun Bolşoy balesine cevabıdır" derler. Henry'nin de ondan aşağı kalır yanı yoktu futbol sahasında. Onun golcülüğünü en çok zerafet kelimesi açıklar galiba. İri yarı İngiliz defans oyuncularının yanından bazen de içinden geçen zarif bir kuğu gibiydi. 'Henry plasesi' diye bir şey var hayatta, uzak direğe ayak içiyle giden. 20 yıllık kariyerinde 917 maça çıkmış, 411 gol atmış, 51 golle Fransız Milli Takımı'nın en golcü ismi olan, 175 golle Premier Lig tarihinin en golcü yabancısı unvanına sahip, 228 kez gol sevinci yaşattığı Arsenal'ın Emirates Stadı'nın önüne bronz heykelini diktiği bu adamın, kendi ülkesinden çıkmış Altın Top ödülünü, 10 yıl boyunca aday listeye girmiş olmasına rağmen bir kez olsun alamamış olması elbette ki kader değil, haksızlık... Fransa Milli Takımı'nın 2010 Dünya Kupası'na götüren maçta İrlanda'ya Gallas'ın attığı gole karışan el ise Henry'nin mi yoksa Michel Platini'nin mi, işte o da büyük bir muamma....
13 yaşında Monaco'ya gelen ve 1994'de 17 yaşında Nice karşısında ilk maçına çıkan Henry, iki yıl sonra Real Madrid'de Guti ve Raul ile birlikte forma giyebilirdi. Transfere aracılık eden menajerin FIFA'ya kayıtlı olmaması onun Fransa'da kalmasını sağladı. Gitse belki genç yaşta o kadronun içinde kaybolup gidecek, 1998 Dünya Kupası'nda olmayacaktı. O finallerde altı maçta oynayıp 3 gol atan, Fransa'nın 3-0 kazandığı finali ise yedek kulübesinden izleyen Henry, Fransızların futbol fabrikası Clairefontaine'den dönem arkadaşı Trezeguet ile birlikte oynamak için 99'un ocak ayında Juventus'un teklifini kabul etti. Kariyerinin en büyük hatası buydu. Ancelotti yarım sezonda onu kanata hapsetti ve kulübün menajeri Moggi'nin ağır hakaretleri Henry'yi çileden çıkardı. Sezon sonunda Paris'e giden uçakta ona rastlamasa kimbilir ne olurdu? Arsene Wenger uçaktaydı ve Arsenal'de oynama fikrine o gün evet dedi.
İlk sezonunda Kopenhag'da kaybettileri UEFA Kupası'nı sordum Henry'ye. "Kazandıklarım kadar kaybettiklerim de benim için çok önemli. Galatasaraylılar Taffarel'in çok zor bir pozisyonu kurtardığını düşünmüştür hâlâ da öyle düşünüyordur ama bana göre Taffarel için çok kolay bir toptu. O pozisyonda benim vuruş açım yoktu, zor olan benim içindi ama emin olun Taffarel çok daha zor pozisyonları kurtarmıştır kariyerinde. Kopenhag'da asıl iyi olan Hagi idi. Çok büyük oynadı. O gün bütün Galatasaray takımı bizden iyi oynadı ve kupayı hakettiler" dedi.
Goller, goller, goller... Bir sezonda (2002-2003) 20 asist yapabilen bir golcüydü Henry. Asistlerine de attığı goller kadar sevinen... Arsenal'in namağlup şampiyonluğunda aslan payı olan adam. 2005 yazında Frank Rijkaard onu Barcelona'ya istedi. Bir yıl önce isteyip alamadığı Harry Kewell, Liverpool ile o sezon İstanbul'da Şampiyonlar Ligi'ni kazanırken, Arsenal'in bırakmadığı Henry, doğduğu şehir Paris'teki 2006 finalinde Rijkaard'ın karşısına çıktı. Kazanan Barcelona oldu ve bir yıl sonra Henry "Bir gün Arsenal'i bırakırsam Barcelona'da oynayacağım" sözünü tutup La Liga defterini açtı.
Messi, Eto'o ve Ronaldinho'nun yanında sinek ası oldu ilk sezonunda Fransız forvet, gol sayısı düşmüş ve doğrusu geldiğine pişmandı. Eto'o ve Ronaldinho, Barcelona'da Rijkaard'ı koltuğundan ettiler, o Rijkaard, Barcelona'ya alamadığı Harry Kewell ile Galatasaray'da buluştu. Henry de Guardiola ile 2009 yılında kazanılabilecek tüm kupaları kazandı Barcelona'da. Sonra dört yıl New York Red Bulls macerası ve yolun sonunda yine Arsenal'e mi dönecek, Çin'e mi gidecek, Monaco'da bir sezon oynayıp mı bırakacak derken Henry kramponlarını astığını ilan etti. İngiliz yayıncı kuruluş, oynadığı yıllarda Premier Lig'in posteri olan adamı elbette kaçırmadı. 5 milyon euro yıllık ücret karşılığında Sky'ın yorumcusu oldu şimdi Henry.
Gün gelir illa ki bir Türk takımını da yorumlar ama bir yıl önce daha topun peşinde koşturduğu günlerde kendisine sorduğumda "Futbolcuların üzerindeki baskı her yerde var. Sizde bir şeyin ortası yok. Ya sevinç ya üzüntü. Hep uç noktalarda yaşıyorsunuz" demişti Henry... Ne dersiniz Henry'den iyi yorumcu olur, öyle değil mi?
0 yorum