Kardeşim Abdullah, öyle güzel bir yazı kaleme almış ki, duygulanmamak elde değil. Belki de benim babama olan muhabbetimden kaynaklanan bir duygusallık vardır ama okuyan herkesin mutlaka bir kaç satırında kendini bulacağından eminim. Yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Bana hitap eden, gönlümün bam teline dokunan yerleri kırmızı renk ile işaretledim. Tekrar Abdullah Kılavuz kardeşime teşekkür ederim.
“insan eşref-i mahlûkattır derdi babam…”
Bu mısra İsmet Özel’e ait, bilirsiniz. Biz, babamla hiç böyle şeyler konuşmadık.
“İsmet Özel’de babasıyla balık tutmaya gitmemiştir” diye avutuyorum altı yıldır kendimi.
Oysa insan, en çok babasıyla konuşmak ister bu dünyada…
Gurbetin kıskacından kurtarıp da atabilirsem kendimi memleketimin kucağına, bir de çay demlerse annem soğuk bir kış akşamı, alıp babamı karşıma eskilerden bahsederim laf olsun diye. Laf olsun diye eski ramazanların tadı olmadığından bahsederim bıkmadan, usanmadan.
Bazen hayıflanacak olurum gurbetin zorluğundan. Bana çocukken Çukurova’nın uçsuz bucaksız pamuk tarlalarında karın tokluğuna nasıl çalıştıklarını, çadırların soğukluğunu, tren seslerinin hüznünü ve arkadaş edindiği tazının nasıl öldüğünü anlatır “şükret” diyerek…
Öğrencilikten yakınacak olsam bir lahza, Gaziantep’de bombalanan öğrenci evlerinden, fakültelerinin işgalinden ve her okula gittiğinde “acaba bu gün kim ölecek?” diye iç geçirişinden bahseder.
Eğer vakit iyiden iyiye geciktiyse ve uyuduysa ikimizden başka herkes; Kilis Askeri Cezaevi’nde işkence gören, okul bahçesinde dövülen ve sokak ortasında kurşunlanan arkadaşlarını; kıldıkları cenaze namazlarını, kaldırdıkları tabutları, eştikleri mezarları, verdikleri kavgaları ve “keşke”lerini anlatır uzaklara dalarak…
Mesele sadece konuşmak da değil;
Mesela insan beraber berbere gitmek istiyor babasıyla ‘berberistan’ tekerlemesindeki gibi. Yan yana koltuklarda sakal tıraşı olmak. Sonra aynı şadırvandan abdest alıp aynı hutbeyi dinlemek bir bayram sabahında. Aynı dualara ‘amin’ demek . Birlikte seyretmek şehri en yüksek tepeden. Uçurtma uçurmak şart değil, birlikte mırıldanılan bir türkünün yerini tutamaz zaten.
Dalından erik koparmak, kaynağından su içmek, doludizgin at koşturmak ve bir incir gölgesinde sıcacık köy ekmeğini paylaşmak.
Mesela insan koşmak istiyor babasıyla bir meşin yuvarlağın ardından sebepsiz. Takımlar eşleşirken; “Ben ve babam, siz hepiniz” demek istiyor arkadaşlarına. Birlikte olunca her şeyin üstesinden geleceğine inanmak…
Koşmak, terlemek, yorgun düşmek… Sonra dinlenmek için yaslanmak heybetli bir dağ gibi göğsüne, gölgesinde serinlemek, doruklarında eriyen kardan bir bardak su içmek ve uyumak; surun üfleneceği güne kadar uyumak…
Sonra uyanmak ilkbahar serinliğinde uyunmuş bir öğlen uykusunun ferahlığıyla. Defterini vermek için yaklaşan meleğe sağ elini uzatmak, anneni de alarak yanına az ileride bekleyen kardeşlerine yürümek ve dört artı bir evine yerleşmek cennetin bir köşesinde…
Cennet annelerinin ayaklarının altında olsa da, muhakkak anahtarları babaların avuçlarındadır.
Geç olmadan kıymetlerini bilelim…
Abdullah Kılavuz
Elazığ
0 yorum